Çin restoranında oturmuş yemeklerini yiyorlardı. Young Joo ile dışarı çıkma olayı cevapsız aramalarına karşılık onu araması ile gerçekleşmişti. Aslında aramalarını bu sabah yanıtlamıştı ve son cevapsız aramalarından sadece iki gün geçmişti. Biraz daha kendi halinde kafasını toplamıştı. Aslında toplamamıştı. Toplamaya çalışmıştı. Elini karnının üzerinde gezdirerek sandalyeye yaslandı. "Young Joo-sshi. Mükemmel bir yemekti. Teşekkür ederim." Young Joo'da içten bir şekilde gülümsemekle yetinmişti. Pembe çantanın ortadan kaybolması ise halen yerli yerinde duran bir davaydı. Young Joo ile buluşacağına karar verdiğinde çantayı yeniden aramaya koyulmuştu ama evde olmadığı kesindi. Oysa onu evden dışarıya bir kez bile çıkarmamıştı. Yoksa çıkarmış mıydı? En azından Young Joo geçerli bir bahane bulabilmişti. 'Çantayı daha özel günler için saklıyorum. Aldığım en güzel hediye.' Sonra hızla yemeğine dönüş ve bir daha çantanın bahsinin açılmamasını sağlamıştı. Masadan kalktılar. Young Joo hesap için gözden kaybolunca rahat bir nefes aldı. Yanakları tebessüm etmekten ağrıyordu. Aslında normal hali bariz bir şekilde asık suratının ta kendisiydi ama bunu Young Joo'ya yansıtmayacaktı. Onu kendi sorunları ile boğmak istemiyordu. Zaten yemek boyunca anlattığına göre bir dolu dava ile uğraşıyordu. Birkaç kez büroya gidip yardım etmişti ama Young Joo'nun bu kadar yoğun olduğunun farkına varamamıştı. Young Joo hızla yanına döndü ve birlikte restorandan çıktılar. Sonbahar gecesi oldukça güzeldi. Acaba yağmurlar ne zaman başlayacak? Young Joo'nun koluna girdi ve sokak boyunca yürümeye başladılar. Normal, sıradan konulardan bahsetmeye çalışıyordu. "Teyzem Soo Hea büroya dönmek için can atıyor. Aslında seni görmek için. Yeniden. Ona senden bahsettim ve oldukça meraklandı. Bir kaç aydır geleceği söylenen savcının sen olduğunu öğrenmesi onu şaşırttı. Birkaç güne bastonlu hali ile büroya dadanacaktır." Young Joo kahkaha attı ve elini kavradı. Kendisini zorlayacak tebessüm etmeye devam etti. Günler böyle geçecek Nana. Sonunda gerçekten içtenlikle gülümsemeye yeniden başlayacaksın. Young Joo'nun kendisine tedirgin bir şekilde baktığını fark etti. "Nana-sshi. Sen iyi misin? Bir sorun yok değil mi?" Elini umursamazca salladı ve gözlerini devirdi. Yüzünde ki tebessümü korumaya devam ederek konuşmaya başladı. "Hayır. Neden böyle düşünüyorsun ki? Güzel bir gece geçiriyorum.. Sadece yoruldum." Young Joo dudaklarını kısıp, başını salladıktan sonra önüne döndü ve Nana'da birkaç dakikalığına yüzünü serbest bırakma fırsatı yakaladı. Cadde kavşağında duran arabaya doğru ilerlediler ve hızla arabaya attı kendisini. Yol boyunca da pek konuşmadı. Sadece dışarıya baktı. Arada sırada Young Joo'ya gülümsedi. Araba hızla yol alıyordu. Varoş sokaklardan geçtiler. Gürültülü müziklerin bangır bangır çaldığı barların önünden. Kimchi kokusunun etrafa yayıldığı büfelerden. Araba yokuştan yukarıya doğru yönelirken plan kurmaya başlamıştı. Hızla eve gidecekti. Young Joo'ya belki kahve yapardı. Sonra Young Joo giderdi. Bertie ile televizyon izler ve uykusunu getirir ardından onu aklına dahi getirmeden yatağına giderdi. Uyurdu. Fazla iç açıcı bir plan değildi ama idare ederdi en azından. Araba yavaşa apartman girişinin önünde durdu. "Bana böyle güzel bir yemek ısmarlayan arkadaşıma, kahve yapmak istiyorum. Neden yukarıya gelmiyorsun? Kahvelerim gerçekten seviliyor. Seveni çok.." Hızla arabadan çıktı. Kahve. Neden kahve dedin ki? Neden kahve?! Kahvelerini Jin Ho severdi. Belki de sevmezdi. Muhtemelen evde ki saksıların dibine döküyordu kahveleri. Peşinde Young Joo ile beraber birer - ikişer merdivenleri çıkmaya başladı. Dairenin kapısına geldiler. Çantasından anahtarlarını çıkardı ve kapıya doğru yönlendirdi ama kapı.. Açıktı. "Kapıyı kilitlememiş miyim?" Kapıyı açtı. İçerisi karanlıktı. Bertie evden dışarıya fırladı. "BERTIE!" Kedinin peşinden bağırdı. "Onu bir koşu getiririm." Young Joo yanından uzaklaştı ve Bertie'nin kaçtığı merdivenlerden bir kez daha indi. Dudaklarını kemirerek, eve doğru adım attı. Ayakkabılarını çıkardı ve parmakları ile ışığı açacağı düğmeyi aradı. Ama.. O anda. Evin içinden ayak sesleri geldi. Öylece kalakaldı. Sesi kendi aklından kurup kurmadığını merak etti. Çünkü şimdi çıt çıkmıyordu. Sadece sokağın aşağısından gelen köpek havlamaları.. Eve doğru yöneldi ve ayakkabılarını itekleyerek düzeltti. Çantasını boynundan çıkardı ve bir kez daha düğmeyi aradı. Ve gene.. Ama bu kez görmüştü. Odasının penceresinden gelen ay ışığı anlık bir şekilde kararmış ve yeniden görünür olmuştu. Karanlık silüet. Adımlarını geriye yöneltti. Vücudunda ki gerilim seviyesi artıyordu. Judo biliyordu ama.. Işığı açmadan karanlık bir silueti nasıl dövebilirdi ki? "NANA-SSHI! Bertie getir-" Fazla hızlı oldu. Nana hızla kapıya döndü. Young Joo'u, Bertie ile anlık bir şekilde gördü. Ardından. Ne olduğunu anlamadı? Yere düşmüştü ve omzuna yayılan keskin acı ile nefesi kesilmişti. Siluet yanından hızla geçip gitti. Bertie Young Joo'nun kollarından açtı ve acıyla miyavlayıp bir kez daha gözden kayboldu. Young Joo. Karanlık siluetin peşinden gittiğini gördü ama tam olarak tanımlayamadığı dakikalar belki de saniyeler sonrasına yanındaydı. Evin ışıklarını açtı. "NANA! NANA!" Sıcak bir şey sırtına yayılıyordu ve keskin acı daha da artıyordu. Young Joo'nun kollarındaydı ama görüşü bulanıklaşmaya başlamıştı. Acının doğurduğu bilinç kaybı. Young Joo'nun korku dolu gözleri. Ellerine yayılmış kan. Benim kanım mı? İstemsizce gözleri dolmuştu. Young Joo'nun söyledikleri boğuklaşmaya başlamıştı. Artık duyamıyordu. Acıyla inledi ve gözlerini kapattı. Sonrası... Karanlık. Sadece karanlık.
RP SONU.