NOBLE BEAST

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    What A Bad Week [Nana Version]

    Kim Na Na
    Kim Na Na
    Visual Arts | I. Sınıf
    Visual Arts | I. Sınıf


    Mesaj Sayısı : 158
    Kayıt tarihi : 02/03/13

    What A Bad Week [Nana Version] Empty What A Bad Week [Nana Version]

    Mesaj tarafından Kim Na Na Perş. Nis. 04, 2013 5:27 am

    What A Bad Week [Nana Version] Tumblr_lonk7jhfxo1qa6urlo2_r1_500
    What A Bad Week [Nana Version] Tumblr_lonk7jhfxo1qa6urlo3_250What A Bad Week [Nana Version] Tumblr_lonk7jhfxo1qa6urlo4_250
    What A Bad Week [Nana Version] Tumblr_lonk7jhfxo1qa6urlo5_500

      S A L I

      Soju şişelerinin hiç dibi yokmuş gibi görünüyordu. Hiç bitmeyecekmiş gibi. Oldukça küçük açık alanda bir lokantadaydı. Etrafı turşu ve et kokusu kaplamıştı. Ama bunları önem vermeyecek kadar kendiden geçmiş haldeydi. Omzunun üzerine başını yerleştirmiş, masaya yatmıştı. Masanın bir kenarında çoktan boşalmış soju şişeleri vardı. Hayatı boyunca bir gecede hiç bu kadar içkiyi ard arda içememişti. Yaşananların payı büyüktü. Dün parkta olanlardan sonra kendisini toparlayamamıştı. Eve döndüğünde çoktan gitmişti. Sanki oraya hiç gelmemiş gibi. Eşyaları yoktu. Hoş sabah fark etmişti olmadıklarını. Ardında tek bir not. Parka dediği gibi. 'Borç biter, Jino gider. Hoşçakal.' Gece geç saatte eve gittiğinde başı ağrıyordu ve Jin Ho parkı terk ettikten sonra göz yaşlarını daha fazla tutamamış ağlamıştı. Bertie'i beslemeyi bile unutmuştu. Sabah şiş gözler, karmakarışık saçları ve dünden kalma saçları ile uyanmıştı. Bu kadar kötü hissedebileceğini tahmin etmemişti. Karşılık beklememişti ama böyle... Bırakılmayı da. En azından evinde kalmaya devam etmesini umut ediyordu. Tüm günü evde geçirmişti. Sandığında ki mektuplarını okumuştu. Mektup gönderende kendisinden umudu kesmiş gibiydi. Ve şimdi.. Olanların ertesi gününde -gecesinde demek daha doğru olur- Goo Mi Nam ile birlikte oldukça rahatsızlık verici bir lokantada oturmuş soju içiyordu. Genç kızın korku dolu bakışlarına ve etrafına göz atmasına karşın, Nana fazla rahattı ve... Soju tüketmeye devam ediyordu. "Nana-sshi. Nana-sshi. Uyudun mu yoksa? Aigoo! Ne yapacam ben şimdi? Nana-sshi?" Mi Nam'ın sesini duyuyordu ama tepki verecek kadar gücü yoktu. Aslında tepki vermeye üşeniyordu. Sadece soju içmek istiyordu. Ertesi gün berbat bir baş ağrısı ile uyanacağını bilse dahi. Hatta onca sojuyu içtiğine göre muhtemelen gece boyunca kusacaktı da. Huzursuzca kıpırdandı. Dili dolanıyordu ama konuşma çabası sergilemeye devam etti. Midesi fazla bulanıyordu. "Mi Nam-sshi.. Uyu..Uyumadım...Gözlerimi.. Dinlen..diyorum." Huzursuzca bir kez daha kıpırdandı ve yüzünü buruşturarak doğruldu. Dirseğini masaya yaslayıp, başını dayadı ve Mi Nam'a baktı. İç geçirdi. Gözlerini kapanmasını engellemeye çalıştı ardından baygın bir şekilde kıza bakmaya devam etti. "Mi Nam-sshi. Kalbim... Acıyor." Mi Nam tek kaşını kaldırdı. Alnını kırıştıracak şekilde ki ifadesi ile öne doğru eğildi ve işaret parmağı ile dokunsa kendisini öldüreceğinden şüphe edermiş gibi şişeleri gösterdi. ".. Nana-sshi. Aşık mı oldun sen? O yüzden bu kadar... İçtin. İçmeyi sevmezdin zaten. Sen bu hallere düşmezdin. Aşık olmazdın ki. Okulda ki onca çocuğu reddettin acımadan... Hoşlandığın çocuğu bile reddettin ama.. Şimdi. Aşıksın. Ve... Bu haldesin. Ne oldu anlat bana?.. Platonik mi yoksa karşılıklı olup birlikte olunamayacak dramlı ilişkilerden mi?" Alt dudağını sarkınttı ve seslice nefesini dışarıya verip, başını kaşıdı. "Mi Nam-sshi. Aşık oldum. Hem de öyle kötü ki. Aramızda bir ilişki bile yok. Hiç bir şey yok. Sadece... Ben...Ve...Duygularım." Mi Nam acıklı bir şekilde kendisine doğru baktı ve masanın üzerinden uzanıp omzunun sıvazladı. "Küçük Nana-sshi. Yoksa gene kurallarından mı kaybediyorsun? Artık hayatı yaşa. Üniversiteyi kazandın. Çalışıyorsun. Teyzen ayaklandı. Bana bugün bir dolu çörek bile yaptı... Nana-sshi. Git duygularını yaşa." Gözlerini sıkıca kapattı ve başında ki ağrıdan dolayı yüzünü buruşturdu. Elini umursamazca havada salladı ve bir yudum soju kalmış şişeyi tutup dudaklarına götürdü. Kalan son yudumları da içti. Başı yeniden koluna düştü ve gözlerini açmaya bile açacak gücü bulamadan konuşmaya çalıştı. "Mi Nam-sshi. Öyle yaptım. Bu kez... Gerçekten duygularımı yaşamak istedim.. Ama... Karşılık bekleyemeceğim biriydi. O... Tanrıydı. Daha önce tanrı zırvalamaları yüzünden onunla dalga geçiyordum ama.. Şimdi onun gerçekten bir Tanrı olduğunu düşünüyorum.." Mi Nam dudaklarını bastırdı, etrafına göz attı. Böyle duygusal ilişkiler konusunda pek başarılı bir arkadaş değildi zaten. Patavatsız ve fazla feminist görüşlü bir kızdı. Ama onunda ilişkileri olmuştu ve hepsi iyi sonuçla bitmemişti. Mi Nam'ın elini bir kez daha omzunda hissetti. Ama bir şey söylemedi. Arkadaş telkin etmek konusunda ki en berbat kişiydi ama... Kendisini rahatlatmasını beklemiyordu zaten. Sadece.. İçini dökme ihtiyacı hissetmişti. Ve soju. Ve.. Uyku. Baş ağrısı ve bulantı berbat bir histi ama vücudunu gevşemişti ve uyuyacak gibiydi. Hem uyku hem de uyanıklık arasında kalmıştı. "Nana-sshi. Nana-sshi." Sanki Mi Nam çok uzaklardaymış gibi sesi geliyordu. Gergin birkaç mırıltı, karıştırılan bir çanta. "Kimi aramalıyım? Teyze.. Olmaz. Young Joo. Bu kim be?.. Önemli aramalar.. Tanrı?.. TANRI! Acaba.. Yok canım. Başka kimi arayayım ki?.. Denemekten zarar gelmez." Şuan sadece sıcak yatağında uyumayı düşlüyordu. Bertie ile beraber. Sonra iyi hissedecekti. Sabah ki baş ağrısı için bir dolu kahve. Üniversiteye uğrardı. Büroya uğrardı. Teyzesi de hastaneden çıkmıştı zaten evine giderdi. Çocuklar ile ilgilenirdi. Lapa dükkanına uğrar çalışırdı. Belki judoya giderdi. Sadece uyumak istiyorum. "Anyanghaseyo. Ben Goo Mi Nam. Nana-sshi'nin arkadaşı. Kimi arayacağımı bilemedim... ... O iyi. Aslında.. Değil... Gaya.... Gaya Lokantası... Jikuawa'da. Evet.... KAMSAHAMNIDA! Hafiflemiş gibi hissediyordu. Uyuyabilirdi. Aslında uyuyor gibiydi. Uyuyordu. Mi Nam'ın şu an ne yaptığı hakkında hiç bir fikri yoktu. Belki de onu burada bırakıp kaçmış olabilirdi. Bir an gerçekten de rüya görmeye bile başladı. Bertie'yi. Bilinçaltının mükemmel görüntüleri (!) Bertie'ye odaklıydı. Kedisini seviyordu. Daha küçücük bir yavruydu onu sokakta bulduğunda. O küçük kediyi evine almıştı. Bertie ile yetinebilirdi hayatta. Kimseye gerek olmadığını düşünüyordu. Rüyasından Mi Nam'ın homurdanmaları, konuşmaları.. Sonra tanıdık bir ses ama kime ait olduğunu hatırlayamıyordu. Fazla tanıdık ama... Düşünemiyordu. Vücudunu saran iki güçlü kol ve sonra masada değildi artık. Başını o herhangi birinin göğsüne yasladı ve kolunu boynuna attı. Masadan daha rahat. "KAMSAHAMNIDA!.. Bunların... Parasını ben öderim. Sadece onu sağsalim evine götür... Aigoo! Çantasını unutuyordum.. Al. İç geçirdi ve Bertie rüyasına geri döndü. Aptalca bir rüyaydı. Bertie çizme giyiyordu. Çizmeli Kedi. Yeniden uyanıklık sürecine girerken burnuna tanıdık bir koku geldi. Chanel No. 4.. Evet. Emimin. Jin Ho-sshi'de bunu kullanıyordu. Gizlice bende kullanmıştım. Ama kokuyu aldığından eminim. En azından duş jelini bana bırakabilirdi. Belki de bırakmıştır. Eve gittiğimde... Kontrol etmeliyim. Mi Nam... Nereye kayboldu acaba?.. Teyzemin çöreklerinden bahsediyordu.. Peki.. Bu kim? Young Joo-sshi mi?.. Her neyse. Beni eve götürsün yeter. Sonra... Uyuyacağım. Belki de ağlarım. Gözlerini açmaya çalıştı ama göz kapakları ona itaat etmiyordu. Aslında vücudunun hiç bir yeri ona itaat etmiyor gibiydi. İç geçirdi. Dudaklarını yaladı. "Canım yanıyor... O aptala... Kendini beğenmiş züppeye.. Asalağa.. Duygusuza... Nasıl aşık oldum?.. Bilmiyorum. Asıl aptal olan benim. Değil mi? Evet. Öyleyim.. Hemen eve...Gitmek.. İstiyorum.. Ağlayacam.." Başını yeniden o herhangi bir kişinin göğsüne gömdü. Midesi artık o kadar fazla bulanmıyordu ve bu iyi bir şeydi. Başı ağırmaya devam ediyordu ama.. Alışmıştı. Hem ağrı. Düşüncelerini engelliyordu. Onu düşünmeyi. Aslında halen ondan söz ediyordu, onu konuşuyordu ama onu... Hatırlamamaya çalışıyordu. Mektup arkadaşı gibi varlığını sürdürecekti. Gülümsemesini -ki gülümsemesini fazla seviyordu-, böcek korkusundan dolayı koltuğa çıktığı zaman ki gibi aptal anılarını... Unutmak... Onca şeyi unutmak için mi yaşadım? Onca duyguyu unutmak için mi hissettim? Hayır. Unutmamalısın Nana. "Onun gibi kokuyorsun?.. Chanel.. No..4.." Sesi cılızlaştı ve sustu. Zaten daha fazla bir şey söyleyecek gücü kalmamıştı. Neden konuştuğunu bile bilmiyordu. Sustu. Sadece... Uyudu. Birkaç saçma rüya daha görmek için. ~~ Rüyasından koparıldı. Kim Young Joo ve kendisinin parkta koşturduğu bir rüya. Eskisi gibiydiler... Çocuk. Yeniden çocuk olmak isterdi. Annesi ve babasının yeniden yanında olmasını. Mutlu ve rahat yaşamayı. Yumuşak. Yatağındaydı. Gözlerini aralamaya çalıştı. Baş ağrısından eser yoktu ama fazla gevşemişti. Saçlarında gezinen parmaklar hissetti. "Neden bu kadar içtin?.. Benim yüzümden mi?... Nana-sshi.. Asıl aptal olan ben değil miyim? Gideceğimi söyledim ama buna dayanamıyorum. Seni bırakmak istemiyorum ama seni yanımda da tutamam. Kim Nana..." Sözler boğuklaştı. Yatağında kıpırdanma ve boşluk hissi. Uzaklaşan ayak sesleri.. Gözlerini araladı. Odasındaydı. Evinde. Kimse yoktu. Gözlerini açık tutmaya zorlayarak başını çevirdi. Ev sessizdi. Bertie yatağına zıpladı ve miyavlayarak yatağında gezindi. Sadece rüya mıydı? Sanki... Yanımdaydı.

      What A Bad Week [Nana Version] Tumblr_m78as0eDVT1ravp3yo1_500

    Kim Na Na
    Kim Na Na
    Visual Arts | I. Sınıf
    Visual Arts | I. Sınıf


    Mesaj Sayısı : 158
    Kayıt tarihi : 02/03/13

    What A Bad Week [Nana Version] Empty Geri: What A Bad Week [Nana Version]

    Mesaj tarafından Kim Na Na Perş. Nis. 04, 2013 8:57 am


      What A Bad Week [Nana Version] Tumblr_m9ltlz6BLb1rdi9goo6_250 What A Bad Week [Nana Version] Tumblr_m9ltlz6BLb1rdi9goo3_250
      P E R Ş E M B E

      Koltuğa yayılarak oturmuş, bacaklarını sehpaya uzatmış, karnındaki kedinin yumuşak tüylerini okşuyordu bir taraftan da aldığı bir dolu abur cuburu boca ettiği koltuğun yan tarafını eline geçecek bir paket için elleri ile arayışa geçmişti. Gözlerini de televizyona dikmişti. Midesi bulanıyordu. Ve sonsuza kadar bulanmaya devam edecek gibiydi. Başıda ağırmaya devam ediyordu. Dünden beri böyleydi. Onca sojuyu midesine indirmenin cezası olarak. Ve dün uyandığında gerçekten berbat bir baş ağrısından kıvranıyordu ve gece hakkında bölük pörçük bir şeyler hatırlıyordu sadece. Mi Nam'ı. Yakarışlarını. Sojuları. Sonra kolunun üzerinde başını masaya yaslamış uyuyordu. Ve.. Evdeydi. Mi Nam'ı aramaya da cesaret edememişti. Muhtemelen tüm gece boyunca ona yük olmuştu ve bariz bir ayyaşa dönüştüğünü görmüş olmalıydı. Ve tüm sojuların parasının ödemiş olmalıydı. Kediyi okşayan elini şakağına götürdü ve bastırdı. Evde ki yalnızlığı daha berbattı. Sabah 'Jin Ho-sshi!' diye bağırarak uyanmıştı. Sanki evdeymiş gibi. Bertie kucağından atladı ve gerinip kıvırta kıvırta uzaklaştı. Televizyonunda görüntüsü bozuldu. Eline gelen paketi televizyona doğru fırlattı. "BİR KERE OLSUN DÜZGÜN ÇALIŞ!" Tüm gün eve kapanmayı düşünüyordu ama bu gidişle delirecekti. Parmaklarını saçlarının arasından geçirdi ve koltuktan kalkıp televizyonu kapattı, odasına doğru yöneldi ve kendisini yüz üstü yatağına bıraktı. Bir süre öylece durdu ve ardından sırtüstü döndü ve elini göğsüne doğru bastırdı. Tüm vücuduna yayılan acının merkezdi kalbiydi. Fiziksel bir acı değildi. Şimdilik. Sadece duygusal açıdan güçlü bir çöküntü yaşamasını sağlayan bir acıydı. Tüketiyordu. Yavaşça doğruldu ve bacaklarını kendisine çekerek oturdu. Topla kendini Nana. Toplamalısın. Böyle devam ederse bir ölüden farkın kalmayacak. Yataktan kalktı ve üzerinde ki çizgili pijamasını çıkartıp, Gri ve birkaç beden büyük bluzu geçirdi ve altına da mavi kotlarından birini giydi. Saçlarını açtı ve birbirlerine karışmış olduklarından oldukça zorlanarak birkaç dakika boyunca yüzünü buruşturarak saçlarını taradı. Boynunda ki kolye sallanıyordu. Tarağı bıraktı ve elini kolyeye götürdü. Sahibi yoktu. Aslında sahibi olmamasından dolayı mutluydu. Kolye ile... Arasında aptalca bir bağ olduğunu düşünüyordu. Ya da büyülü. Bu kolyeyi bulduktan birkaç gün sonra Jin Ho'ya sırılsıklam aşık haldeydi. Aptalca düşüncesinden dolayı kendi kendisine gülümsedi ve kolyeyi boynundan aşağıya bıraktı. Küçük çantasını aldı ve içine telefonunu, anahtarlarını, az miktarda çekmecenin üzerinde duran bozukluklarını attı. Bertie'nin yemek kabını sonuna kadar doldurdu ve uzun botlarını ayaklarına geçirip evden çıktı. Medeniyete dönüş. Sanki yıllardır evden dışarıya adım atmamış gibi hissediyordu. Merdivenlerden koşar adım ile indi. Sonbaharın nadir güzel havalarından biriydi. Yavaş adımlar ile yokuştan aşağıya inmeye başladı. Küçük çocuklardan bazıları top oynuyorlardı. Küçük çocuklara tebessüm etti. Çocuklarda ona sırıttılar ve topları ile beraber yokuş aşağı koşmaya başladılar. Gözden kayboluncaya kadar çocuklara baktı. Gülümseyebiliyorsun Nana. Otobüs durağına kadar birçok detaya dikkat etmeye özen göstererek ilerledi. Solmuş yapraklar, çıplak ağaçlar, insanlar... Sanki bunca şeyi daha önce fark edememişti. Durağın soğuk oturağına oturdu ve ellerini kavuşturdu. Onunla tanımamış gibi yap. Sanki hiç bir şey yaşanmadı. Ama her şey. Bir otobüs durağı dahi onu anımsamasına neden oluyordu. Otobüs durağına ait olmayan biri olarak onunla otobüs beklediği geceyi hatırladı. Kuzenin gazabına uğramışlardı. O gece ilk kez evinde kalmıştı. Tebessüm etti. Her ne kadar bir daha onunla anı yaşayamacakmış gibi hissetse de önceki anıları yaşabilirdi tekrar tekrar. Fıskiyelerin yanında ilk kez tanıştıklarında adını sanını bilmeden... Sapık, zengin züppe, asalak... LeeWa'da onunla bir kez daha karşılaşması ve playboy'luğuna tanık oluşu. Otelde.. O kadınla. Halen sinirleri geriliyordu. Sokakta o kadını görse dövebilirdi. Aslında Jin Ho'nun birlikte olduğu bütün kadınları görse onları paramparça ederdi. Otobüs durağa doğru yanaştığında zihninde binbir türlü kadını öldürdüğünü düşlüyordu. Otobüse bindi. En arka koltukta bir çift oturmuştu. Kollarını birbirlerine dolamış, gülümsüyorlardı. Bakışlarını yere indirdi ve cam kenarında rahatsız edilmeyeceği koltuğa oturdu. Otobüs kalabalık değildi. Başını cama yasladı ve dışarıdan geçen onca görüntüye odaklanmaya çalıştı. Otobüs merkeze doğru ilerliyordu. Nereye gideceğine karar vermemişti. Sadece dışarıya çıkmak istemişti. Belki de akşama kadar gezerdi. Teyzesi evine dönmüştü ve Mi Nam'ın da söylediği gibi çörek, börek yapacak kadar iyiydi. Teyzesinin çöreklerini özlemişti. Hem çocuklar ile de görüşürdü. Ama muhtemelen bu saate okuldaydılar. Ama.. Teyzesinin onu gördüğü ilk anda bir sorun olduğunu anlayacaktı ve... Kalbinde ki bu ağırlığı şuan açacak kadar iyi hissetmiyordu. Üstelik gece vakasından sonra bu durum hiç iyi olmazdı. Üniversiteye gidebilirdi. Kaçırdığı dersler vardı. Ama bu haldeyken okulda da pek aklını derslere verebileceğini sanmıyordu. Otobüs son kavşağı dönerken başını camdan ayırdı ve koltuğa yaslandı. En iyi yaptığın şeyi yapmalısın Nana. Hadi judoya git ve birkaç adam patakla. Kendisinden emin bir şekilde başını salladı ve otobüs durakta durduğu anda yerinden fırladı ve hızla otobüsten inerek sokak boyunca yürümeye başladı. Jaewe Spor Salonu. Spor salonuna doğru ilerlerken birkaç sokak ötede ki parka doğru baktı. Jin Ho'u son kez orada görmüştü öyle değil mi?.. Son kez. Neden son kez ki? Dünya küçük derler. Elbet onunla karşılaşacağım. Spor salonundan içeriye girdi ve soyunma odalarına koşar adım ilerledi. Üzerine judogisini geçirdi ve kolyesini boynundan çıkarıp dolabın en gerilerine iteledi. Kaybolmasını istemiyordu. Dolabı kilitledi ve saçlarını sıkıca toplarken salona doğru ilerledi. Yüzünü kaldırıp salona baktığında yüzünde oluşan tebessüm fark ettiği kişi ile donuklaştı. Derin bir nefes aldı ve ilerledi. Güçlü ol Nana. Jin Ho, Woo Jae -Judo Eğitmeni- ile çalışıyordu. Woo Jae onu fark ettiğinde durdu ve hafifçe eğilerek selam verdi. "Nana-sshi seni burada görmek ne güzel. İşte.. Asıl eğitmenin geldi." Woo Jae yanlarından uzaklaşırken Nana'da yüzüne sabit bir tebessüm yerleştirme gayretine düşmüştü. Jin Ho'nun karşısına geldi. Ama bir şey söylemesine fırsat kalmadan üstelik ona daha bakamadan yanından geçti ve salonun çıkışına doğru ilerlemeye başladı. Öylece arkasından bakakalmıştı. Çıktı. Bakışlarını yere indirdi kısa bir anlığına ve ardından yeniden kapıya yöneldi. Gözlerini sıkıca kapattı ve derin bir nefes aldı. Gözlerini yeniden açtığında sahte bir tebessüm yerleşmişti. "Nana-sshi! Jin Ho-sshi nereye gitti öyle acelesi varmış gibi?.." Yanında duran Woo Jae'ye baktı. Adam ona soru soran gözler ile bakıyordu. Jin Ho'nun peşinden dahi gidebilecek gibiydi. Ya da kendisini bu konu hakkında soru yağmuruna tutacak gibi. "Aaa. Önemli bir işi çıkmış olmalı. Kyu Rim!.." Hızla Woo Jae'nin yanından ayrıldı ve Kyu Rim adlı kızın yanına doğru ilerledi. Düşünmeyecekti. Düşünmeyecekti. ~~ Bitkin şekilde yokuştan yukarıya çıkıyordu. Tüm gün boyunca spor salonunda çalışmıştı ve vücudunu buna daha fazla dayanamayacak bitkinleşmişti. Kas zedelenmesi yaşamış bile olabilirdi. Saçlarını geriye doğru attı ve elleri belinde yokuştan çıkmaya devam etti. Sonunda yokuşun sonuna geldiğinde derin derin nefesler alıyordu. Eli ile ensesini kavradı ve birkaç kez sıktı ve apartman girişine doğru yöneldi. "NANA-SSHI!" Durdu. Yutkundu ve yavaşça geriye döndü. Onu daha önce fark etmemiş olması garipti. Arabasına yaslanmış öylece duruyordu. Gözlerini bile kırpmadan ona bakıyordu. Zihnine kazı Nana. Jin Ho doğruldu ve yüzünde soğuk bir ifade ile kendisine doğru yaklaştı. "Sana görüşmeyelim demiştim." Jin Ho'nun soğuk sesi bıçağın vücuduna batırılıyormuş hissi uyandıracak kadar acı vericiydi. Huzursuzca kıpırdandı. Boğazı kurumuştu ve doğru düzgün nefes aldığı söylenemezdi. Kalbi.. Kalbi çok hızlı atıyordu ve bu bitkin hali ile ayakta durmak zordu. "Ben... Orada çalışıyorum." Jin Ho'nun gözlerini devirişi ve alayla tebessüm etmesi. "Doğru." Sessizlik. Ayaklarının ucunda ki taş parçaları ile oynadı. Zihnine kazımaya çalışıyordu görüntüsü. En azından zamanla silişleşmesini bir süre içinde olsa ertelemişti ve... Buradaydı. Karşısında. Ona bu bile yetiyordu şuan. Nana. Nasıl aşık oldun sen bu kadar? "Kısa süreli bir judo eğitimi. Bana bu kadar yeter. Şayet. Oraya gelip judo yapabileceğini düşünmüş olsam judoya gitmezdim. Sana daha önce de söyledim. Şu aptal aşık hallerin... Farklı olduğunu düşünmüştüm... Beni görürsen tanımıyormuş gibi davran. Çünkü ben öyle yapacağım." Dudaklarını birbirlerine bastırdı ve kafasını salladı. Ardından Jin Ho yanından geçti. Bir kez daha arkasından bakakaldı sadece. Öylece. Arabasına binişi ve arabanın yokuştan aşağıya gözden kayboluşu. Seni nasıl tanımıyormuş gibi yapabilirim.

    Kim Na Na
    Kim Na Na
    Visual Arts | I. Sınıf
    Visual Arts | I. Sınıf


    Mesaj Sayısı : 158
    Kayıt tarihi : 02/03/13

    What A Bad Week [Nana Version] Empty Geri: What A Bad Week [Nana Version]

    Mesaj tarafından Kim Na Na Perş. Nis. 04, 2013 10:48 am


      What A Bad Week [Nana Version] 35ddgjs

      C U M A R T E S İ

      Sandığın yanında dizlerinin üzerine oturmuş, mektuplarını karıştırıyordu. Ondan güç almaya ihtiyacı olduğunu hissetmişti. Onun mektubunun yeniden gelmeye başlamasını. Kim olduğunu dahi bilmeden ona karşın yakınlık hissediyordu ama.. Onun varlığının da silinip gitmesi. En azından ardında mektupları kalmıştı. Bir dolu. Sekiz yaşından beri mektup alıyordu. Sanki onu gözleyen, her şeyini bilen biri. İlk başta bu konudan şüphelenmişti. Çocukken gizemli bir arkadaştı ama ardından kim olduğunu gerçekten merak etmişti. Yakınları. En yakınları sadece teyzesi ve kuzenleriydi. Okulda ki arkadaşlık ilişkileri fazla iyi değildi ama pekte kötü sayılmazdı. Ama onlardan birinin bu mektupları yazmasına ihtimal vermemişti. Sekiz yaşından beri. Onu tanıyan bilen. Annesi ve babasının acısını içinde taze yaşarken bu mektupların yardımı dokunmuştu. Şimdi.. Gene bu mektuplara bakıyordu. Çünkü kalbi. Kalbi üzerine tonlarca ağırlık yüklenmiş gibi ağrıyordu. Ezilmişti. Gün geçtikçe azalacağını düşünmüştü ama aksine daha fazla katmer katmer artıyordu. Ne zaman Jin Ho'u görse. Kendisine hakaret dahi etse umurumda olmuyordu. Kalbi. Kalbi gene ona bağlanıyordu. Sandığın diplerinden bir mektubunu çıkardı. Oldukça eskimişti. Hatta paramparça dökülecek gibiydi. Parmakları mektubu açmaya yönelirken duraksadı. "Acı verici ama... Bu acıyı kaybetmek istemiyorum. Bana onu hatırlatıyor. Gerçek olduğuna inanmamı sağlıyor. Unutursam. Ondan geriye hiç bir şey kalmaz." Mektubu ve diğerlerini hepsini hızla sandığa kapattı ve sırtını duvara yaslayarak oturdu. Jin Ho bu odada kalıyordu. Kenarda kıvrılmış yer yatağına baktı. Futona doğru emekleyerek ilerledi ve açıp yere serdi. Uzandı ve cenin pozisyonu aldı. Closing my eyes, I could fell you breathing... Şarkıların bile yardımı olmuyor artık. Kendimi nehirden aşağı atsam ve boğulsam. Gece yarısında kimse beni kurtarmaz. Yüzmeyi de bilmeme faktörüm ile kesinlikle ölürüm. Gözlerini devirdi ve yumruk yaptığı elini kafasına vurdu. Salak salak düşünme SALAK! Hızla doğruldu ve ayağa kalktı. Futonu tekmeledi ve ayakları yere vura vura odadan çıktı. Sonunda sabah saatlerince teyzesini ziyaret edebilmişti. Çoktan toparlanmış gibiydi. Hatta kaza hiç gerçekleşmemiş gibi. Sadece yürümekte halen zorlanıyordu ve bu yüzden baston kullanıyordu ama.. İyidi. Eve dönmüştü. Bir dolu iş ve okulu bahane ederek ancak ziyaret edebildiğini zırvalamıştı. Zaten teyzesi pek önem vermedi. Bir dolu çörek hazırlamıştı ve hepsini Nana'nın ellerine tutuşturmuştu. Üstelik onu bir dolu çörekle evde besledikten sonra... Bir haftada muhtemelen kilo rakımı yükselmişti. Kendisini resmen yemeğe kaptırmıştı. Masanın üzerinde ki tabaktan büyükçe bir çörek kaptı ve kocaman bir parça ısırarak yemeye başladı. Vücudunu da masaya yaslamıştı ve umursamazca yemeye devam ediyordu. Öyle hızlı ve seri bir şekilde yiyiyordu ki yanakları kocaman olmuştu ağzını doldurmaktan. Ellerini birbirlerine vurarak silkeledi ve yerde dolanan Bertie'i kaptı. Ağzı dolu kedi ile konuşmaya başladı. "Annenin haline bak. Bertie. Anne çok kötü değil mi? Baba, anneyi sevmedi. Gitti. Onu sende özlüyor musun?" Kediyi göğsüne bastırdı ve sonunda çörek midesine inerken elini tersi ile dudaklarını sildi. Kediciği okşamaya devam ederek koltuğa ilerledi ve oturdu. Üzerine beyaz örtüyü çekip, yastığı kucağına koydu. Kediyi okşamaya devam etti. Bir taraftan da boş boş tavana bakıyordu. Boşluk hissinden nefret ediyordu. Bertie aniden kucağından atladı ve Jin Ho'nun odasına dalıp gözden kayboldu. "SENDE GİT! ORADA KALABİLİRSİN! ONU DAHA ÇOK SEVDİĞİNİ GÖREBİLİYORUM! BERTIE!" Bir kediye bağırıyordu ve bunun farkına vardığında başını ellerinin arasına aldı. Hızlıca sağa - sola salladı. Saçlarını çekiştirdi. Sehpanın üzerinde duran telefonuna baktı. Sehpaya doğru uzandı ve telefonu eline aldı. Reklam mesajları, Young Joo'dan gelen iki mesaj ve üç cevapsız arama.. Dudaklarını sarkıttı ve rehberi açtı. Jin Ho'nun rehberde ki adını en son 'Tanrı' diye kaydetmişti. Telefonu çevirdi ve avuçlarının arasında sıkıştırdı. Yapamıyorum. Hiç tipim bile değil. Bana hep hakaret etti. Alay etti. Ama... Gene de onu seviyorum. Bu duygu... Tüm enerjimi alıyor. Resmen sadece onu azda olsa görebilme umudu ile yaşamaya başladım. Bana neden bunu yaptın?.. Yakınıyorum. Ama. Böyle hissetmeyeli uzun zaman olmuştu. Birinden hoşlanıyor olmak bile güzel bir duygu. Hoşlanmak?.. Birine aşık olmak bile güzel bir duygu.

      RP SONU.

      Forum Saati Çarş. Kas. 27, 2024 3:48 am