Sırt çantasını iyice sırtına yapıştırdı. Yolda saydığı adımlarıyla ilerliyordu. Annesi ile -şuan ki okuluna yakın- bir alışveriş merkezinde buluşacaklardı. Kuzeninin düğünü olacaktı ve onun için annesiyle alışverişte kıyafet bakacaklardı. Bazen tam bir hanım evladıyım. Aslına bakılırsa bazen değil, her zaman hanım evladıydı. Nazik davranışları, kolayca kırılabilen kalbi, kızlara değil de erkeklere olan ama bunu açığa vurmaya korkan tavırları. Her şeyiyle tam bir şirin kız gibiydi. Ama ailesinin gözünde mükemmel minicik oğulları Dongjun iken, okulda çoğu zaman dalga geçilen ezik Dongie'ydi. Dudağını büzdü ve annesi ile sözleştiği alışveriş merkezine girdi. Vitrinleri inceleyerek minik adımlarla ilerlerken annesinin araması ile durdu. Toz pembe -bu renge bayılıyordu- kabıyla son model telefonunu cebinden çıkardı ve kulağına götürdü. Annesinin sesi arkasından gelen kahkahalara odaklanmamaya çalıştı. "Bebeğim. Benim arkadaşlarımla acil bir işim çıktı. Sen tek başına kıyafet baksan olur mu? Ya da eve git, yarın çıkarız birlikte. Ayrıca canım, bu gece babanla beni bekleme, arkadaşlarımızla biraz eğleneceğiz. Hizmetlilere senin için talimat bıraktım." dedi ve öylece oğlunun suratına kapattı. Gözlerini devirdi Dongjun. "Her zaman ki olan şeyler..." Dudağını büktü ve alışveriş merkezinden çıktı, eve gitmekten başka çaresi kalmamıştı.
Büyük cadde de ilerlerken okulun en havalı -kendisinin de çok beğendiği ama sürekli Dongjun ile dalga geçitği için bir şey yapamadığı- çocuğu ara sokaklardan birine daldığını gördü. Kurumasın diye hafif parlatıcı sürdüğü dudağını ısırdı. İki seçeneği vardı, iyi bir çock olup eve gidecek ve piyano alıştırmalarına devam edecekti ya da kötü bir çocuk olup havalı, zengin züpppesinin peşinden gidecekti. Aklı ilki seçerken ayakları onu ikinci seçeneğe doğru sürüklemeye başlamıştı bile. Genç dışarıdan bile iğreti kokan, gürültü müziğin kulakları sağır ettiği bir bara doğru girdiğinde mecburen o da peşinden girdi. Sırtındaki sarı ve morun karışımı çantasını sıkıca tutarken insanların çarmasıyla düşmeden yürümeye çalıştı. Kalabalık onu fazla sıkıyordu ama bar tezgahına dpğru ilerlemeliydi en azından. Arkası dönük, iri cüsseli birinin yanına geçti. Yüzünü barın içine doğru çevirdi ve yüzünü buruşturarak havalı çocuğu aramaya başladı. Kalabalığın arasında -gözlükleri de yoktu gözünde- bulamayacğaını bildiği için tam önüne dönüyordu ki yanındaki iri cüsseli adamı tanıdı. Park Seong Jae! Yüzüne yayılan minnettar gülümsemeyle adamın kolunu tuttu. İşaret parmağıyla kendisini gösterip "Ben.. Beni tanıdınız mı? Geçen hafta neredeyse hayatımı kurtarmıştınız. Hiç alakam olmayan bir kavgada kaynayıp gidecekken beni çekip kurtarmıştınız. Tanışmıştık. Yani biraz zoraki de olsa..." hızlı ve çok konuşuyordu. Yüksek müzikte adamın kendisini duyduğuna bile emin değildi ama çenesi açılmıştı bir kere. Kendini hatırlatmak amacıyla "Ben Won Dong Jun. Siz de Seong Jae'siniz. Park Seong Jae." gülümsedi. Büyük hayran olduğu bir ünlüyü yakalamış gibi hissediyordu.
Büyük cadde de ilerlerken okulun en havalı -kendisinin de çok beğendiği ama sürekli Dongjun ile dalga geçitği için bir şey yapamadığı- çocuğu ara sokaklardan birine daldığını gördü. Kurumasın diye hafif parlatıcı sürdüğü dudağını ısırdı. İki seçeneği vardı, iyi bir çock olup eve gidecek ve piyano alıştırmalarına devam edecekti ya da kötü bir çocuk olup havalı, zengin züpppesinin peşinden gidecekti. Aklı ilki seçerken ayakları onu ikinci seçeneğe doğru sürüklemeye başlamıştı bile. Genç dışarıdan bile iğreti kokan, gürültü müziğin kulakları sağır ettiği bir bara doğru girdiğinde mecburen o da peşinden girdi. Sırtındaki sarı ve morun karışımı çantasını sıkıca tutarken insanların çarmasıyla düşmeden yürümeye çalıştı. Kalabalık onu fazla sıkıyordu ama bar tezgahına dpğru ilerlemeliydi en azından. Arkası dönük, iri cüsseli birinin yanına geçti. Yüzünü barın içine doğru çevirdi ve yüzünü buruşturarak havalı çocuğu aramaya başladı. Kalabalığın arasında -gözlükleri de yoktu gözünde- bulamayacğaını bildiği için tam önüne dönüyordu ki yanındaki iri cüsseli adamı tanıdı. Park Seong Jae! Yüzüne yayılan minnettar gülümsemeyle adamın kolunu tuttu. İşaret parmağıyla kendisini gösterip "Ben.. Beni tanıdınız mı? Geçen hafta neredeyse hayatımı kurtarmıştınız. Hiç alakam olmayan bir kavgada kaynayıp gidecekken beni çekip kurtarmıştınız. Tanışmıştık. Yani biraz zoraki de olsa..." hızlı ve çok konuşuyordu. Yüksek müzikte adamın kendisini duyduğuna bile emin değildi ama çenesi açılmıştı bir kere. Kendini hatırlatmak amacıyla "Ben Won Dong Jun. Siz de Seong Jae'siniz. Park Seong Jae." gülümsedi. Büyük hayran olduğu bir ünlüyü yakalamış gibi hissediyordu.